Hayatımıza pandemi dönemi ile birlikte giren bir tabir var; ‘yeni normal’. O dönem içerisinde maske, eldiven kullanmayı, araya mesafe koymayı yeni normal olarak nitelendirdik.
O seneler içerisinde dünya korona virüs belası ile cebelleşirken, bir yandan da ekonomi sinsi sinsi kötüye gitmeye devam etti. Öyle ki; bizim tüm algılarımız korona olmuşken dünya da çok büyük değişimler meydana geldi.
Korona virüs etkisini azalttı, maskeler atıldı, mesafeler yerini kucaklaşmalara bıraktı diye sevinirken, ekonominin kötüye süratli gidişi tokat gibi çarptı hepimizin suratına.
Bir biri ardına gelen zamlar başlarda canımızı yaksa da zamanla bu ‘yeni normal’ düzene alışmaya başladık.
Mesela iki gece üst üste akaryakıta gelen zamlara o kadar sağır olduk ki; gece 00:00’den önce istasyonlarda araç kuyrukları oluşturmaktan vazgeçtik.
Bir ürün için sadece 1 lira tasarruf edeceğiz diye market market gezmekten vazgeçtik.
Birden bire 500 lira artan ev kiralarımız için ev sahiplerimizle kavga etmekten vazgeçtik.
Pazara gittiğimizde nasıl olsa bu para bir yerden çıkacak diye, pazarlık etmekten vazgeçtik.
Üzerimize kıyafet alırken her yerde pahalı diye düşünerek, mağaza mağaza gezmekten vazgeçtik.
Ayda belki de bir kez dışarıya yemek yemeye çıktığımızda burası lükstür, pahalıdır demekten vazgeçtik.
Sadece bir şeyler satın almaktan vazgeçmedik, öyle ki; bir tahammülsüzlük rüzgârıdır sürüp gidiyor güzel memleketimin her köşesinde.
Sokağa çıkıp şöyle bir baktığımızda caddeler mutsuz suratlarla dolu. Herkesin bir yere yetişme kaygısı varmış gibi, kimse durup düşünmüyor nereden geldik, nereye gidiyoruz diye. Programlanmış gibi A noktasından B noktasına varmak tüm çabamız.
Sabah evlerimizden hızlı adımlarla çıkıp, hava karardığında dönüyoruz yuvalarımıza. Mesafe zorunluluktan değil artık, bir çatı altında buluşamıyor bile bir aile. Cerrahi maskeler yerlerini memnunmuş gibi yapan yüzlere bıraktı.
Öyle ya yeni normal demiştik, maddi olarak yetebilmek için şu dünyaya, sürekli kendimizden veriyoruz. Sokaklar kendini fatura ve kira ödemeye adayan insanlarla dolu. Çalışmak, para kazanmak ve karnımızı doyurmak döngüsünde geçiyor hayatımız, gençliğimiz..
Ünlü şairimiz Gülten Akın’ın dizlerinde dediği gibi “Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya.”